Krakow…Ebruli sayfalar..

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

Sizlere önceki yazılarımda mutlaka Krakow’dan bahsedeceğime dair söz vermiştim. İnsanlar verdikleri sözleri tutmalıdır, değil mi? Ben de sözümü yerine getiriyor ve güzel Krakow’u anlatmaya başlıyorum.

En son Polonya’ya 2005 yılında gitmiştim. Bu yüzden önce anılarım canlansın diye okul dergisine yazmış olduğum Krakow makalesine şöyle bir göz attım.

Tam bir masal şehri Krakow!!! Şehir meydanında birçok seyyar satıcı bulunmakta. En ilginci de, her on metrede bir Kebapçı görmek mümkün. Krakow’da olsun, Polonya’nın diğer şehirlerinde olsun bizim kebapçılar her yerde. Hatta Avrupa’yı ele geçirmiş durumdalar.

Krakow, Polonya’nın Varşova’dan sonra gelen ikinci büyük şehridir. Geçmişi 7nci y.y. a kadar dayanan bu tarihi şehir, ülkenin akademik, kültürel ve sanatsal olarak bir merkezi konumundadır. 1038’den 1596’ya kadar da Polonya’nın başkentliğini yapmıştır.
II. Dünya Savaşı’nda zarar görmemiş ender şehirlerden biridir. Tarihi zenginliğinden ötürü, şehir 1978’de UNSECO tarafından Dünya Mirasları Listesi’ne alınmıştır. Krakow, Polonya’nın güneyinde ve Vistula Nehri üzerinde, Karpatya Dağları’nın eteklerine kurulmuştur.

Wawel Kalesi ve Wawel Katedrali Vistula Nehri’nin batı kıyısında 14üncü y.y.da inşaa edilmiş ve İtalya’nın ve Almanya’nın en iyi sanatçıları tarafından dekore edilmiştir. 1595’de bir kısmı yanmış fakat hasarlı kısımlar onarılmıştır. Bugün buraya hergün binlerce turist akın etmektedir.

Main Market Alanı’nda düzinelerce eski kilise ve müze bulunmaktadır. Bu yapılar Rönesans, Barok ve Gotik döneme ait ve bu alanı rengarenk mimari detaylar, boyalı camlar, resimler ve heykeller süslemektedir. Zaten burayı gezmeniz, sizin tam bir gününüzü alır. Sokaklarda satılan hediyelik eşyalar da turistleri burada oyalayan başka bir unsur. Bu alandan alınması gereken bir hatıra ise Polonya bebekleri. Yalnız biraz pahalı. En ucuzu 50 Euro. Bu bebeklerin küçükleri de var ama gelmişken eğer alıcaksanız büyüğünü tercih edin bence.

Sıra geldi bu meydanın en önemli binasına. Mariacki Kilisesi. Bunu sona sakladım çünkü buranın iki hikayesi var. Biliyorsunuz ben hikayeleri çok severim. Resimde de göreceğiniz gibi bu kilisenin kuleleri aynı boyda değil. Neden mi? İşte hikayesi:

İki kardeşe bu kuleleri inşa etme görevi verilir. Fakat biri diğerinden daha hızlı inşa etmektedir. Diğeri kardeşini çok kıskanır ve onu öldürür. Fakat daha sonra yaptığından çok pişman olur ve kendi yaptığı kuleyi kardeşininkinden daha aşağıda bırakır.

Gotik tarzda yapılmış Mariacki Kilisesi’nin yüksek olan kulesinden her saat “Heynal Mariacki” denilen bir trompet melodisi çalınır. İşte bunun da bir hikayesi var.

1241 yılında Moğollar’ın Polonya’yı istila ettiği sırada, Tatar savaşçılar şehre yaklaşmıştır. Mariacki Kilisesi’nin kulesinde bulunan bir muhafız, Heynal çalarak alarm verir. Bu alarmın üzerine Tatarlar gelemeden şehrin kapıları kapanır. Trompetçi ne yazık ki, çalmaya devam ederken boğzına saplanan bir okla can verir. Melodisi yarıda kalır.

Bu hikaye aynı zamanda “Krakow’un Trompetçisi” adında bir romana aktarılmış ve Newbery Ödülü almıştır.

Mariacki Kilisesi’nin içinde fotoğraf çekmek yasak fakat içeride gerçekten görülmeye değer birçok süsleme ve aydınlatma bulunmakta.

Krakow’u ben yarım günde gezdim ne yazık ki. İş için gittiğimden dolayı malesef yurtdışında gördüğüm şehirleri tam anlamıyla gezemiyorum. Ama her bulunduğum şehir bana ayrı bir ilham ve heyecan veriyor. Bu duyguları sizlerle paylaşmak ise ölçülemez bir zevk.

Bir başka yazıda görüşmek üzere…

Ebru