Malta..Ebruli Sayfalar..

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

Yüzyıllar boyu Akdeniz, Avrupa, Afrika ve Orta Doğu’da ki hırslı güçlerin mücadelelerine maruz kalmış, çalkantılı tarihi, tabiat ve kültür hazineleriyle zengin ve 2018 Avrupa Kültür Başkenti seçilen Valetta ile Malta’dan herkese sevgiler!

İki sevdiğim arkadaşımla – Gülçin ve Işıl – beraber 4 günlüğüne kışın ortasında, Ocak ayında, kaçtığımız Malta’ya doyamadık. Öncelikle Malta’yı iyice gezmek ve oraya doymak için 4 gün çok az. Ama zamanı o kadar efektif kullandık ki, sizler bile şaşarsınız. Maltalı arkadaşlarım, Silvan, eşi Marion ve Alphonse, bu kısıtlı zamanda çok yer görmemizi sağladılar.

Malta’yı burada anlatmak gerçekten yetmez. Görkemli tapınakları, Ortaçağ mimarisi, süslü kliseleri, dar ve loş sokakları, sık sık yapılan festival ve karnavalları, esrengiz sualtı mağaraları, mavinin binbir tonunu barındıran koyları, kısacası her tarafından tarih ve güzellik akan bu memleketten sadece görmeniz gereken başlıca yerleri anlatacağım şimdi sizlere.

Mdina, eski başkent, adanın tam ortasındaki bir tepede yer alıyor. Hisarlarla çevrili bu alanda, tarihi evler, müzeler, sanat galarileri ve kafeteryalar bulunuyor. Şehrin tarihi 4000 yıl öncesine kadar dayanıyor. Mdina’nın tarih boyunca yönetenlere göre adı sürekli değişikliğe uğramış. Mesela, Ortaçağ’daki adı Citta’ Notabile’, yani “asil şehir” imiş. Çünkü Malta, birçok asil aileye ev sahipliği yapmış. Ünlü Norman, İspanyol ve Sicilyali soylular, 12 yy.dan itibaren Mdina’da yaşamaya başlamışlar. Bu yüzden dar ve loş sokaklarında gezerken, çok etkileyici sarayları görmek mümkün.

blank

Mdina’nın tam yanında yer alan Rabat ise adanın kültür hazinesinin ana kaynağını oluşturuyor. Kazılardan çıkan bulgular, Roma Dönemi’nde Rabat’ın çok önemli bir yer olduğunu gösteriyor. Manastırlar ve kiliselerdeki büyük alanlar, çok kalabalık kitlelerin buralarda ibadet ettiklerine işaret ediyor. Roman Villa (Domus Romana), Catacombs, St. Paul’s Grotto ve bir çok klise ve manastır, Rabat’ta turistlerin görmesi gereken ünlü arkeolojik alanları oluşturuyor.

Yeni başkent Valetta’da büyük limanının ve Üç Şehir: Senglea, Cospicua and Vittoriosa’nın muhteşem manzarasına sahip olan Barraka Gardens, şovalyelerin talim alanı olarak inşa edilmiş.Barraka Gardens’ın tam altında toplar bulunuyor. Bu toplar hem savunma amaçlı, hem de gelen önemli misafirleri karşılama amaçlı kullanılmış. Günümüzde de bu toplar hala kullanılıyor. Osmanlıların kuşatmasından kurtulmanın sevincini hala yaşadıkları için toplar kurtuluşun simgesi olarak sık sık atılıyor.

blank

Burada kendi yorumumu getirmeden diğer konuya geçmek istemiyorum. Tamam Türklerin kuşatmasından kurtuldular. Sevinçli olabilirler. Çok güzel. Anladık ama anlamadığım: İngilizlerin himayesine girdiklerinin nasıl farkında değiller? Ada resmen bir İngiliz kolonisi. Trafik soldan akıyor. Elektrik prizileri, İngiltere’dekilerden. Her yerde, herkes İngilizce konuşuyor. Gerçek Malta dilini konuşan sayısı çok az. Bu sevinç ne onu anlamadım. Osmanlı bu adayı almış olsaydı, şu anda en azından kendi dillerini konuşuyor olabilirlerdi. Trafiğin nereden aktığı önemli değil de, bir milletin kendi dilini konuşamaması, asimile olmuş olduğunun göstergesi bence. Bu arada sözü gelmişken, Osmanlı Kuşatması ve Malta Şovalyeleri hakkındaki yazım, bu yazıdan sonra yayınlanacak. Okumanızı tavsiye ederim.

1565 yılında meydana gelen ve tarihte kanlı bir dönem olan Malta kuşatmasının odak noktası olan Fort St. Elmo (Aziz Elmo Hisarı), görülmesi gereken başka bir yer. Korkutucu savunma duvarları, üst ve alt geçit alanları, cephanelikler, bir şapel, bir kapı ve depolama evleri ile 50.400 metrekarelik bir kompleks olan Fort St. Elmo, tarihte bir çok akın ve kuşatmayla karşılaşmış. Günümüzde ise polis akademisine ev sahipliği yapıyor.

blank

1860 yılında inşa edilen Mosta Dome, Malta’nın en etkileyeci ve dünyanın da üçüncü büyük klisesi olarak biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında, bir hava akınında buraya 200 kglık bir bomba düşer. Ama patlamaz. O anda klisede ibadet eden 300 kişi yara almadan kurtulur.

Büyük kuşatmadan hemen sonra, yani Osmanlıları adadan uzaklaştırdıktan sonra, limanın girişine hisarlarla çevrili yeni bir şehir kurdular. Adına Valetta koydular ve başkent yaptılar. İçine de St. John’s Cathedral’iniinşa ettiler.Bir katolik reformunun sonucu olarak Barok tarzda inşa edilen bu katedral, şovalyeleri ve Düzen’i temsil eden dini açıdan çok anlamlı bir ibadethane olarak kullanıldı. Burası ücretli olarak (10 Avro), tüm ziyaretçilere açık.

blank

Bir başka görülmesi gereken yer ise Gozo’daki The Cathedral of the Assumption of the Blessed Virgin Mary, Meryem Ana adına 17 yyda inşa edilmiş bir Roma Katolik katedrali. Katedralin dışındaki yalınlık sizi hiç aldatmasın, içerisinin zemini, duvarları ve tavanı muhteşem süslemelerle bezenmiş. Giriş: 3 Avro.

blank

Malta, aynı zamanda insanların sabahlara kadar çılgınlar gibi eğlendikleri Paceville şehri ile de ün yapmış. Burada bir çok bar, restoran ve kulüp tarzı bir çok eğlence mekanı bulunuyor. 4 gün boyunca çılgınlar gibi gündüz Malta’yı karış karış gezdikten sonra, hiç bir akşam Paceville’e gidecek halimiz maalesef kalmadı. Biz gidemedik ama siz gidin mutlaka.

Bir kere Malta’ya kışın gitmeyin. Biraz bahar gelsin. İşte o zaman Malta size daha da unutulmaz izler bırakacaktır. Yazın da aşırı sıcak olduğunu söylüyorlar. Bence siz kafanıza göre takılın. Biletinizi almadan önce Malta’daki hava sıcaklığına bakın. Size uygun zamanda gidin. Bütün Avrupa, kışın ortasında eksi derecelerde donarken, biz çok fazla üşümeden rahat rahat gezdik.

Işıl, Valetta’da limanda bulunan Grand Harbour Hotel’i seçmişti. Tam yanımızdaki British Hotel’i seçmiş olsaydı Antonio Banderas ile aynı otelde kalacaktık. Bizim bulunduğumuz sırada Antonio Banderas’ın da Picasso dizisinin çekimleri için Malta’da bulunması büyük bir tesadüftü. Aramızda sadece bir duvar olmasına rağmen, ne yazık ki Antonio’yu hiç göremedik.

Hollywood’un en gözde mekanı olan Malta, ünlü filmlerin ve dizilerin setlerine hep ev sahipliği yapmış. Bunlar: Truva, Gladyatör, U-571, Monte Cristo Kontu, Munich, Alexander, Agora, Temel Reis, Game of Thrones ve daha bir çoğu…

Elbette turist akınına uğrayan, bizim de kaçırmadığımız Temel Reis’in çekildiği ve sevimli, mini bir kasaba haline getirilmiş Pop Eye Village’i ve Game of Thrones dizinde Khaleesi ve Drogo’nun düğünün yapıldığı Gozo Adası’ndaki Azure Window’u görebildik.

blank blank blank blankblank blank blank blankblank blank blank blank

Pop Eye Village’e gitmek için otobüse binmeniz gerekiyor. Valetta’dan kalkan 41 veya 42 numaralı, Cirkewwa Feribot İskelesi’ne giden otobüslerden birine binip, Mellieha Körfezi’nde otobüsten inip, 2km kadar batıdaki yoldan yürüdüğünüzde Pop Eye Village’i göreceksiniz.

Gozo’ya gitmek için ise yine 41 – 42 numaralar ya da X1-X1A-X1B numaralı otobüslere binebilirsiniz. Xler ekspres olduğundan hiç bir yerde durmaz. Valletta ve feribot iskelesi arasında giderler. Bu arada otobüs kartı alırsanız, rahat edersiniz.  Bir kart 15 Avro. Kredisi otobüsten otobüse değişiyor. Biz kartlarımızı sonuna kadar kullandık. En son kartlarımızda sadece bir binişlik kredimiz kalmıştı. Neden bazı binişlerimizde az, bazılarında fazla kesiyor anlamadım.  Bunu çözmek için vaktimiz de olmadı zaten. Gozo’da da otobüse binebilir ve bu kartı kullanabilirsiniz. Özellikle Azure Window’a gitmek için feribot iskelesinden merkez Victoria’ya gitmek için ayrı bir otobüse, Victoria’dan Azure Window’a gitmek için ayrı bir otobüse binmek gerekiyor. Kış mevsimi olmasına rağmen, bindiğimiz bütün otobüsler tıklım tıklım doluydu. Kışın böylese yazın nasıldır hiç tahmin etmek istemiyorum. Ayrıca trafik çok yoğun ve çok yavaş. Ne yazık ki, zamanımızın büyük bir kısmı otobüs içinde ve yoğun trafikte geçti.

blank blank blank blank blank blank blank

Malta’dan dönmeden, kesinlikle peynirinden alın. Muhteşem bir tadı var. Valetta’daki the  Point Shopping Mall’ın altındaki markette peynirleri insanlara tattırarak veriyorlar. Tadına bakın ve alın. Hiç pahalı değil. Bu arada harcamalardan bahsetmek gerekirse, tahminimden çok ucuza mal oldu Malta benim için. Üstelik Avro’nun katmerli olduğu zamanda gitmemize rağmen. Mesela, dışarıda restorantta yediğimiz doyurucu bir porsiyonla gelen sarımsaklı ekmek ve likörlü latte 6 Avro tuttu sadece. Bir pizza 7 Avro. Barda bir şişe şarap 10 Avro. Bir cheesecake 3.50 Avro. İnanılmaz değil mi? Gerçekten yemekler çok ucuz Malta’da. Hem de çok lezzetli. Hediyelik eşyalar da aynı şekilde çok ucuz. 25cm boyunda bir Malta şovalyesi biblosu 20 Avro. Malta’dan sonra İsviçre’ye gitmem gerektiği için korkudan Malta’dan çok bir şey alamadım. İyi ki alamamışım. İsviçre’yi de ileriki yazılarımda anlatacağım ama şimdiden söyleyeyim İsviçre korkunç pahalı!

blank blankblank blank blankblank

Evet, sevgili okurlar, size Malta’yı elimden geldiği kadar anlatmaya çalıştım. Umarım sizlerin bu adaya yapacağınız seyahati planlamanıza yardımcı olmuşumdur.

Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle …

Ebru

Hakkımda Nilgun

blank
Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

Calista Otelde 2. Gün

Merhaba tekrar, Calista Otel’de tatilimizin 2. Gününü anlatmaya devam edeyim. Rahat bir uykudan sonra sabah …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.