KEDİ VE KÖPEK..Ebruli Sayfalar

 

Bir zamanlar yaşlı bir adam ve karısı deniz kenarındaki bir kulübede büyük bir yoksulluk içinde yaşarmış. Yaşlı adam her gün balık yakalamaya çıkar ve karısı da adamın yakaladığı balıkları pazara götürüp satarmış.

Bir gün yaşlı adam her zamanki gibi deniz kenarına inmiş ve oltasını denize sallamış. Bütün gün orada oturmasına rağmen bir tek balık yakalayamamış. Tam artık vazgeçip, eve dönmeyi düşünürken, bir kere daha oltasını umutsuzca sallamış. Bu sefer oltasına büyük bir balık takılmış ve çok şaşırmış. Oltayı çekmiş ve kocaman bir sazan ortaya çıkmış. Çok ilginçtir ki, balık çok üzgün bir şekilde bakıyormuş.  Sanki ağlıyor ve ona bırakması için yalvarıyormuş gibi görünüyormuş. Yaşlı adam bu balığın kutsal bir yaratık olduğunu düşünmüş ve onu hemen denize salıvermiş. Balık, yaşlı adama teşekkür edercesine bakmış ve sonra dalgaların arasından kayboluvermiş.

Bir sonraki gün yaşlı adam aynı yere balık tutmaya gelmiş. Çok geçmemiş ki hasır şapka giyen genç bir oğlan karşısına çıkmış. Kollarını yukarıya doğru kaldırarak selamlamış ve ‘Denizin altındaki Ejderha Kral beni sana haberci olarak yolladı,’ demiş. ‘Dün onun genç prensinin hayatını bağışladığın için sana çok müteşekkir, bu yüzden seni sarayına davet etmem için beni yolladı. Lütfen şimdi benimle gel.’ demiş.

Oğlan yüzünü denize dönmüş ve sihirli sözler mırıldamış. Dalgalar ikiye ayrılmış ve ortaya geniş bir yol çıkmış. Sonra oğlan ve peşinden yaşlı adam bu yoldan yürümeye başlamışlar. Denizin içine doğru uzun bir yolculuk yapmışlar ve sonunda muhteşem bir saraya gelmişler. Göz kamaştırıcı kıyafetler giyen görevlilerin durduğu kapıdan geçmişler ve yaşlı adamın hayatında hiç görmediği kadar güzel ve görkemli bir şekilde süslenmiş evlerin arasından geçen yoldan devam etmişler.  En nihayet yolda gördüğü o evlerden kat kat güzel bir binaya gelmişler. Burada parlayan bir kıyafetin içinde ve başında taçla, en şerefli bir kişi onları bekliyormuş. Hemen ona yaklaşan bu kişinin Ejderha Kral olduğunu anlamış. Sonra kral alçak gönüllülükle, ‘Sarayıma hoş geldiniz. Sizi bekliyordum.’ demiş. Böylece yaşlı adam,  Ejderha Kral’ın sarayına resmi bir şekilde kabul edilmiş ve orada onur konuğu olarak kalmış. Her gün daha önceden hiç yemediği en lezzetli yiyeceklerle, şaşalı bir şekilde yaşlı adamı eğlendirmişler. Her gün saray, üzerleri incilerle ve değerli taşlarla kaplanmış müzik aletlerinin çaldığı, farklı farklı tatlı melodilerle ve melek gibi kızların danslarıyla dolup taşıyormuş. Yaşlı adam sarayda, dünya insanların yaşadığı tasalardan, dertlerden uzak çok mutlu günler geçirmiş.

Fakat sonunda kulübelerinde tek başına bıraktığı yaşlı karısını merak edip, özlemeye başlamış. Böylece Ejderha Kral’a eve gitmesine izin vermesi için yalvarmış. Kral onu bırakmaya hiç niyetli değilmiş, fakat yaşlı adam ricasını ısrarla tekrarlamış ve sonunda kral istemeye istemeye ricasını kabul etmiş.

Ayrılacağı günün sabahı, hayatını bağışladığı genç prens, yaşlı adamın yanına gelmiş, ‘Babam sana gitmeden bir hediye verecek. Sana ne istersin diye sorduğunda, tahtın tam arkasında duran mücevher kutusundaki demir ölçeği iste. Bütün krallığın en değerli hazinesidir o. Hayatta istediğin her şeyi bu ölçüye sahip olarak hemencecik elde edebilirsin.’ demiş.

Böylece Ejderha Kral, yaşlı adama hediye olarak ne istediğini sormuş, aynı prensin ona önerdiği gibi demir ölçeği istediği söylemiş. Ejderha Kral ricayı geri çevirmiş. ‘Sana veremeyeceğim tek şeydir o. Benden başka bir şey iste ve hemen sana vereyim.’ demiş. Tahtın hemen yanında duran prens babasına, ‘Baba, bu adam benim hayatımı kurtardı. Hangisi daha değerli, ben mi yoksa bu ölçek mi? Lütfen ona istediğini ver.’ demiş. Böylece Ejderha Kral yaşlı adama ölçeği vermiş ve ‘Güle güle arkadaşım. Şans her zaman sana gülsün.’ demiş.

Yaşlı adam evine ölçekle dönmüş. Karısı onu sapasağlam gördüğüne çok sevinmiş. Karısına ölçeğin sırrını anlatmış ve hemen ölçekten kendileri için yaşadıkları kulübenin yerine güzel bir ev istemişler. Çok geçmeden kendilerini kiremitli bir çatısı olan muhteşem bir evin içinde bulmuşlar. Daha sonra içi hep pirinç dolu olan ölçekten kendilerine yemek getirmesini istemişler. Tabi ki de kısa zamanda çok zengin olmuşlar.

Bir gün, yaşlı kadın evde yalnızmış, nehrin karşı kıyısındaki bir köyde dükkânı olan kötü kalpli bir kadın gelmiş ve ona mücevher satmaya çalışmış. ‘Paraya ihtiyacım yok.’ demiş bu tuhaf kadın. ‘Bana pirinçle ödeme yapabilirsin. Duydum ki senin her zaman içi pirinç dolu sihirli bir ölçeğin varmış. Bu dünyada hiçbir şey gizli kalmaz. Şu atasözünü bilir misin, “Geceleri sıçanlar konuşulanları dinler, gündüzleri de kuşlar.”? Senin böyle harika bir ölçeğin olduğu için ne kadar şanslısın.’ demiş.

Saf yaşlı kadın bir tane mücevher seçmiş ve sakladıkları yerden ölçeği alıp, kadının önüne getirmiş. Kadın da istediği kadar içinden pirinç almış.

O gece yaşlı adam ve karısı uyurlarken, bir hırsız evlerine girmiş ve demir ölçeği sakladıkları o gizli yerden çalmış. Kesinlikle evlerine gelen o dükkân sahibi kadından şüphelenmişler fakat bunu ispat edecek hiç kanıtları yokmuş. Yaşlı adam bu durumdan çok üzgünmüş ve karısını aptallığından dolayı suçlamış. O günden sonra zenginlikleri azalmaya başlamış ve tekrar eskisi gibi fakir olmuşlar. O kadar fakirleşmişler ki artık bağlı oldukları evin kedisini ve köpeğini besleyemez hale gelmişler.

Kedi ile köpek sahiplerinin bu durumuna çok üzülüyorlarmış ve demir ölçeği bulmaya karar vermişler. Bir gün sonra, dükkân sahibi olan kadının nehrin karşı kıyısında yüzdüğünü görmüşler. Onu takip etmeye başlamışlar. Sonunda, adı hırsıza çıkmış bir akrabasına ait olan, dağların içindeki büyük bir eve vardığını görmüşler. O gün ve ondan sonraki günler kadın eve hep pirinçle geliyormuş.

Bir akşam kedi ile köpek kapıdan sürünerek geçmiş ve arka bahçede taştan büyük bir depo bulmuşlar. Hırsızın buradan bir çuval dolusu pirinç çıkardığını ve arkasından kapıyı kilitlediğini görmüşler. Ölçeğin burada olduğunu hemen anlayıvermişler. O gece köpek bahçede nöbet tutarken, kedi de deponun yanında bir sıçan bulmuş ve ona sıçanların kralının ortaya çıkarmasını istemiş. Sıçan hızla oradan ayrılmış ve sıçanların kralını kediye getirmiş. ‘Burada içi her zaman pirinçle dolu olan bir demir ölçeği biliyor musun?’ diye sormuş kedi. Sıçanların kralı ‘Evet, taştan bir sandığın içinde muhafaza ediliyor.’ diye cevap vermiş. Bunun üzerine kedi, sıçanların kralına gidip, o demir ölçeği getirmelerini emretmiş. ‘Sabah olmadan bana getirin, yoksa sizi öldürürüm.’ diye tehdit emiş.

Sıçanların kralı hemen emrinin altındaki binlerce sıçanı çağırıp, işe koyulmuş. Onları iki orduya bölmüş, biri köpek dişi anlamına gelen General Songgon-ni emri altına, diğeri de testere dişi anlamına gelen General Tom-ni emri altına girmiş. Hiç zorlanmadan her zaman girdikleri delikten geçerek deponun içine girmişler, fakat kilitli taş sandığı kırmak çok zormuş. İyice dişlerini bileylemişler, bütün sıçan ordusu gece boyunca çalışmış. Zorlu ve esaslı bir şekilde sandığı oymuşlar ve kesmişler. Bazı sıçanlar çok daha üstün çaba sarf ediyormuş, ağızından kan gelip neredeyse öleceklermiş. Sonunda başarmışlar ve sandığı kırmışlar. Ölçeği dışarı çıkarmışlar ve kediye sabah ağarmadan getirmişler. Kedi memnuniyetle sandığı almış. Kedi ile köpek beraber evin yolunu tutmuşlar.

Nehre geldiklerinde, ölçeği ağzında tutan kedi, nehri geçmek için köpeğin sırtına çıkmış. Fakat köpek ölçeğin güvende olduğundan şüpheliymiş ve kediye ‘Ölçek hala sende değil mi?’ diye sormuş. Kedi cevap vermemiş. Bunun üzerine köpek bir kere daha sormuş. Köpek üç kere, dört kere daha sormuş ve kedi yine cevap vermemiş. Köpek yüzmeyi bırakmış ve öfkeli bir şekilde havlamış, ‘Niye bana cevap vermiyorsun?’ demiş. Bu sefer kedi bir cevap vermek zorunda kalmış ve ‘Evet, elbette bende.’ Fakat ağzını açıp, konuşmak zorunda olduğundan dolayı, ölçek ağzından suya düşüvermiş.

Nehrin diğer kıyısına geçtiklerinde, böyle aptal bir soru sorduğundan dolayı kendisinden utanmış, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp, eve gizlice girmiş. Diğer taraftan kedi de nehrin kıyısında bir şeyler yemek için dolaşıyormuş, çünkü çok açmış. Ağında ölü bulduğu bir balığı tekrar nehre atan bir balıkçıyı görmüş. Bunun üzerine hemen gidip, onu yakalamış. Eve getirmiş ve sahibine vermiş. Yaşlı kadın balığın içini açmış ve ölçeği içinde bulmuş. Balık, meğer ölçeği yuttuğu için ölmüş. Bu hizmetlerinin karşılığında, kedinin sahibinin odasında uyumasına izin verilmiş, fakat köpeğin ise aptallığının cezasını çeksin diye evin dışında kalması emredilmiş. Böyle bir muamele hiç hoş olmamış ve o günden bu yana ne zaman karşı karşıya gelseler, kediler ve köpekler birbirlerine hep kötü kötü bakarlar ve hırlarlar.

Anlatan Jeong Deokbong; Eonnyang (1915)

Hakkımda Nilgun

Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

İZLANDA HALK HİYAKELERİ..Ebruli Sayfalar

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.