İstanbul cadde ve sokak isimlerini her okuduğumda içim burkulur. Kıvırcık Ali gibi içimden geçer; “değiştik ağaçları, ormanları kör betonlara”…Ünlü Mimar, yazar, gazeteci öğretmen çocuğu 90 yaşındaki Aydın Boysan “İstanbul’un kuytu köşeleri” isimli şiirinde sanki içimizdekilere tercüman oluyor.Ihlamur, dereboyu demeyi unutsa da çok şeyi duyarlı yüreğiyle anlatmış:
Ben Sıraselviler’in selvilerini görmedim ama,
Şişli Sıracevizler’in ceviz ağaçlarını bilirim.
Şişli-Zincirlikuyu arasının, dut bahçeleriyle dolu olduğunu bilirim.
Şimdi Taksim’de İnönü Gezisi olan yerde, görkemli bir kışla binası olduğunu ,
bu kışla avlusunda İstanbul’daki futbol takımımızın
milli maçlarının yapıldığı tek stadyumumuz olduğunu bilirim .
Nüfusu bir milyona varmayan İstanbul’da yaşamanın rahatlığını,
şehrin her yanına birkaç kuruşa tramvayla gidilebildiğini, bilirim.
İstanbul nüfusunun tarihte ilk kez 1950 yılında bir milyonu aştığını bilirim.
Daha önce Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olarak bile
bir milyonu aşmadığını bilirim.
Şimdi artık Gebze’den Büyükçekmece’ye kadar bütünleşen
İstanbul nüfusunun onbeş milyonu aştığını bilirim.
İstanbul nüfusunun eskiden imparatorluk sentezi olduğunu,
şimdi ise artık kasaba çeşitlemesine dönüştüğünü bilirim.
Her caddenin, her semtin aşçı dükkanlarıyla dolu olduğunu,
her aşçıda elbasan tavadan, çiçek bamyaya kadar
zengin tencere yemeği çeşitleri olduğunu bilirim.
Sebze yemeklerinin yıllarca fiyatı değişmeden 7,5 kuruş, et yemeklerinin 12,5 kuruş olduğunu bilirim.
Topkapı surları dışında hemen bağların başladığını,
beş kuruş verip bağın kapısından girenin patlayıncaya kadar üzüm yemeye izinli olduğunu, bilirim.
Yedikule marulunun, Kanlıca yoğurdunun,
Beykoz paçasının lezzetini unutmam.
At kuyruğu kılından olta yapmayı bilirim.
Samatya’dan kürekle Ahırkapı’ya girip çapari salladığımızı,
istavrit çıkarsa uskumru olmayacağı için, hemen olta toplayıp geri döndüğümüzü bilirim.
Palamut yiyenlerin ağzının tadını bilmezlikle aşağılandığı zamanları bilirim.
Lezzetli ve ucuz balık bolluğu yüzünden,
tutumlu insanlar çarşısı Samatya’da levrek ve kalkanların bütün olarak, nefis kılıç balıklarının ise dilimlenerek satıldığını bilirim.
Bu nedenlerle,
İstanbul’un Samatya ve benzeri semtlerinde kebap denen yiyeceğin tanınmadığını bilirim.
İnsanların sanki mahşerdeymiş gibi çoğalmasıyla birlikte lezzetli balıkların iyice azalması sonucu olarak,
İstanbul’da kebap istilası yaşandığını, bu nedenle İstanbul tarihini:
1- Kebaptan önce,
2- Kebaptan sonra olarak ikiye ayırdığımı, unutmam.
Nüfus artışı yüzünden bir şehrin yoğunluğu azdırılmışsa, tarihe ve insanlara karşı bu davranışı sıfatlandırmak için ihanetin ötesinde bir sıfat aranması gerektiğini, bilirim.
Hay bilemez olsaydım!”
Keşke bizde bilmez, görmez olsaydık Aydın Boysan, yüreğine sağlık…