Atlanta…Ebruli Sayfalar…

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

Amerika’ya küçüklüğümden beri gitmeyi çok arzu ediyordum. Benim için ilk gidilecek ülkelerin arasındaydı. Kendimi bildim bileli evimize hep Amerikalılar gelirdi. Çünkü babam Amerikan üssünde çalışıyordu. Ben de hem İngilizce, hem de Türkçe kelimelerle büyüdüm. Sinop küçük bir şehir olsa da, bu şehri Amerikalılar hep daha neşeli ve daha modern yaptılar.

İlk kez 26 yaşındayken yurt dışına çıktım. Babam Ürdün’e öğretmenlik yapmak için gönderilmişti. Ben de onu ziyaret ederek ilk kez bir yurt dışı deneyimi yaşadım. O zamana kadar yurt dışına çıkmak şimdiki gibi kolay değildi. Daha sonra yaptığım projelerle Avrupa’nın bir çok ülkesini gördüm. Ama Amerika hala orda duruyor ve beni bekliyordu.

2010 yılında ePals’dan Amerikalı arkadaşım Claudine Curry ile ortak bir proje yapmaya karar verdik. İlk “Mavi Uçurtmam” projesiyle birlikte çalıştık. Daha sonra “Barış” projesini yaptık. Sonra “Neden birbirimizi ziyaret etmiyoruz?” dedik.  Bu aldığımız harika bir karardı. Ben Claudine’in okulunda 10 gün derslere girecektim. Claudine de benimkinde.

Veee babam Oktay Kuru ve ben geçen sene Atlanta’ya gittik. Size Claudine’in okulu Bolton Academy’yi ve okulda geçirdiğim günleri önceki yazılarımda belirtmiştim. Ayrıca size Atlanta’yı anlatacağıma dair de söz vermiştim. Şimdi verdiğim sözü yerine getiriyor ve sizlere Atlanta’yı anlatmaya başlıyorum.

Tıpkı Amerikan filmlerindeki gibi bir şehir, Atlanta. Büyük otobanlar, büyük arabalar, ormanın içinde büyük müstakil evler ve büyük insanlar ilk göze çarpan şeyler. Evet insanlar çok büyük, çünkü büyük çoğunluk ne yazık ki obez. Amerikan toplumunun büyük çoğunluğunun kilo problemi var. Ben küçükken Amerikalılar böyle değildi. Özellikle 1970 – 1980 arası Amerikalılar hep narin yapılıydı. Spor yaparlar ve dengeli beslenirlerdi. Ne yazık ki, küçüklüğümde tanıdığım Amerikalıları pek göremedim.

Ama Atlanta’yı çok özel yapan unsurlardan bahsetmeden geçemeyeceğim. Herşeyden önce Dr. Martin Luther King Jr., Atlanta’yla özdeşleşmiş bir isim. Bilmeyenler için bu önemli şahsı tanıtayım. Atlanta doğumlu Dr. Martin Luther King Jr., Afro-Amerikan insan hakları akımının öncüsü. Mahatma Gandhi’nin öğretilerinden yola çıkarak, içinde şiddet içermeyen bir akım oluşturur. Modern Amerikan tarihinde ise kendisi bir kahramandır. 1963’de Amerikan halkına çok etkili bir konuşma yapar. Sözlerine “I have a dream” “Bir hayalim var” diyerek başlar. Konuşmasında Amerikan toplumunun renk körü olduğunu anlatmaktadır. Çok etkili bir konuşmacı olduğu Amerikan tarihine geçer. 1964’de Nobel Barış ödülünü alan en geç kişi olur. 1968’de ise bir suikast sonucu hayatını kaybeder. King’in mezarı bugün bile birçok kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Atlanta, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusunda bulunan Georgia eyaletinin başşehridir. Amerika’nın 9uncu büyük şehridir. Yaklaşık 6 milyon insan yaşamaktadır. Coca-Cola, Home Depot (Wal-Mart gibi büyük alışveriş merkezlerinin genel adı), AT&T (bir telekomikasyon şirketi), UPS ve Delta Havayolları’nın genel merkezleri Atlanta’dadır.

Coca-Cola demişken, bu içeceğin öyüküsünü size anlatmadan geçemeyeceğim. 1831 Knoxville, Georgia doğumlu John Pemberton, Amerikan İç  Savaşı’nda çok yerinden yara almış bir gazidir ve morfin bağımlısıdır. Kendisi aynı zamanda bir eczacı olduğundan dolayı, bu bağımlılığına bir son vermek için çareler arayışı içine girmiştir. Peru, Bolivya gibi tropik iklimlerde yetişen Koka bitkisi ve koka şarabıyla deneyler yapmaya başlar. İçine kola ağacının meyvelerinden de ekleyerek bir karışım oluşturur. Adına da Pemberton’un Fransız Şarabı Kolası adını verir. Daha sonra bu içeceği alkolsüz olarak üretmeye başlar. Bunun sağlığa iyi geldiğini iddia eder ve pazarlarken “lezzetli, canlandırıcı, neşelendirici, kuvvetlendirici” gibi tabirlerini kullanır. Aynı zamanda baş ağrısına, yorgunluğa ve sinirlere iyi geldiğini de söyler. Asa Candler adında bir şahıs, 1887’de işletmeyi Pemberton’dan satın alır. İkinci Dünya Savaşı’nda ise Coca-Cola artık Avrupa, Afrika ve Büyük Okyanus’daki bütün adalarda içilmektedir. Şimdi ise Coca-Cola dünyanın en büyük şirketlerinden birisidir ve genel müdürü ise Muhtar Kent adında bir Türktür.

Bir zamanlar Atlanta, Kızılderililerin yaşadığı küçük bir köymüş. Köyün adı da “Standing Peachtree” yani “Ayakta Duran Şeftali Ağacı” imiş. O zamandan beri şeftali bahçeleri Atlanta ile bütünleşmiş. 1822’de bu köye beyazlar yerleşmiş. Daha sonra onların Afrika’dan gelen köleleri de gelmiş. 1861 – 1865 yılları arasındaki Amerikan İç Savaşı’nda Atlanta, demir yollarıyla, savaş mühimmatlarının taşınmasında  çok önemli bir bağlantı noktasıymış. Savaş sırasında bu şehir bir çok yıkım görmüş. Sonrasında ise şehrin tekrar inşasına başlanmış.

Amerikan İç  Savaşı demişken, Atlantalı yazar Margareth Mitchell’in 1937’de Plutzer Ödülü’nü aldığı “Gone With the Wind”, “Rüzgar Gibi Geçti” eserinin film premiyeri ise Atlanta’da 1939’da gösterilmiş. Clark Gable, Vivien Leigh ve Olivia Mary de Havilland’ın rol aldığı bu film, Amerikan İç Savaşı’nı ve Atlanta’nın bu savaştan sonra tekrar yapılanmasını içinde romantism barındırarak anlatmaktadır.

Hergün televizyonu açtığımızda gördüğümüz ünlü CNN kanalının ana merkezi de Atlanta’da bulunmaktadır. 1980’de Ted Turner tarafından kurulmuş olup, Amerika’da ilk kez 24 saat yayın yapan televizyon kanalı ünvanını elinde bulundurmaktadır.

26ıncı Olimpiyat Oyunları’na 1996’da Atlanta ev sahipliği yapmıştır. Olimpiyat Köyü’nün ve Atlanta şehrinin ziyaretçilere hazırlanması için harcanan para ise 1.8 milyar dolar.

“Atlanta’yı görmüş kadar oldum” demeyin. Çünkü sizin için “Gone With the Wind” film müziği eşliğinde, Robb Helfrik’in objektifinden çıkan nefis fotoğraflarla bir film hazırladım. İyi seyirler.

Ebru

Hakkımda Nilgun

blank
Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

İZLANDA HALK HİYAKELERİ..Ebruli Sayfalar

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

3 Yorum

  1. blank

    Gone With the Wind.. Rüzgar gibi geçti (Margaret Mıtchell) kitabı ve filmi zamanında beni çok etkilemişti. Yazdıklarını okurken o heyecanı tekrar yaşamış gibi oldum.Ne güzel sen de hayalinin peşine düşmüş onları gerçeğe çevirmişsin, kutluyorum…sevgiler.

  2. blank
    Irem Ebru Gursoy

    Teşekkür ederim!!!:)

  3. blank

    Sizinle tanışmak isterdim gerçekten.. Facebook varsa ekleyebilir miyim? sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.