Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,
Moskova’ya yaklaşık 200km uzaklıkta bulunan Rostov’dan herkese selamlar!Rusya denilince akla hemen ya Moskova ya da St. Petersburg gelir. Rostov belki de hiç duyulmamıştır. Rostov’un adından tarihte ilk kez İ.S. 862 yılında bahsedilmeye başlanmış. Bu arada Rusya’da iki tane Rostov var: biri Rostov the Great – benim gittiğim, diğeri ise Rostov-on-Don – Azak Denizi kıyısında bulunan.
Avrupa’dan Asya’ya, Büyük Okyanus’tan Kutup Okyanuslarına kadar uzanan dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip, 200’den fazla millet ve etnik gruptan oluşan, 144 milyon nüfuslu, tarih sahnelerinin her zaman başrol oyuncusu olmuş Rusya, hiç bakım görmemiş binaları, eski arabaları ve yüzlerinde gülümsemeye az rastlanan halkıyla beni hayal kırıklığına uğrattı.
12 hattan oluşan dünyanın en eski metrolarından biri olan, Moskova Metrosunda ne İngilizce anons bulunuyor, ne de Latin harfleriyle yazılmış durakların adları. Bu yüzden Rusça bilmiyorsanız ve Kiril alfabesine de bir yatkınlığınız yoksa, ilk başta biraz bocalayabilirsiniz ama sonra Rusça anonsları biraz dikkatli dinlerseniz ve ineceğiniz yere kaç durak kaldığını da sayarsanız, kendinizi kurtarırsınız. Rostov’a gitmek için ise Yaroslavskaiy Tren Garı’na gitmelisiniz. Engebeli platformlardan geçerek treninize bineceksiniz. Vagonunuza binmeden önce, vagon görevlisi bayan sizden hem biletinizi, hem de pasaportunuzu göstermenizi isteyecek. Bu arada size gümrükte verilen göçmen kartını asla kaybetmeyin. Çünkü dönüşte gümrük polisi bu kartı soruyor. Kaybedildiği durumda ise cezası çok yüksek oluyormuş.
Yaklaşık 2.5 saat süren tren yolculuğunun ardından, Nero Gölü kıyısında bulunan Rostov’a geliyorsunuz ve sizi korsan taksiler istasyonda karşılıyor. Kimi 100 Rubleye, kimi 150 Rubleye(yaklaşık 6 – 7 Lira) sizi şehrin merkezine götürüyor.
31 bin nüfuslu Rostov’u özel yapan şey ise, birçok işgal, yıkım ve yangına rağmen Orta Çağ Rusya’sının mimarisini hala koruyor olması. 17. y.y. dan bu yana sürekli bir tapınak, manastır, kamu ve yerleşim binaları yapımı devam ediyor. Bunlardan en önemlileri, Avraamievsky Manastırı, Rostov Kremlin, Spaso – Yakovlevsky Manastırı, Varnizky Manastırı, – Noel Manastırı, St.John Bogoslova Ahşap Kilisesi. Rostov’un en eski kilisesi ise şehrin tam orta yerinde bulunan Assumption Katedrali. Bu kilise, katedral ve manastırların tepelerindeki renkli kubbeler, şehre masalsı ve büyülü bir hava katıyor.
17. y.y.da inşa edilen çan kulesinin çanları, Rusya’nın en büyük ve en ünlü çanları. Her birinin bir ismi de var. En büyüğü 32 ton geliyor ve adı da “Sysoy”. Rostov’da toplam 323 tane olan anıtın 100 tanesi ulusal bir değere sahip. Rostov Kremlin’inin ise dünya çapında bir değeri var. Bu arada Kremlin, hem kalelerle çevrili şehir, hem de ülkeyi yöneten birim anlamına geliyor. Moskova’nın merkezinde de bir Kremlin bulunuyor.
Katedral meydanı ve göl arasında kalan bölge, 17. y.y.da yaşamış olan Aziz Iona Sysoevich tarafından kendisi için masal evi olarak seçilmiş. Bu alandaki bütün yapılar 1667 ve 1694 yılları arasında yapılmış. Bu masal evine de Kremlin deniliyor ve içinde 11 tane büyük çan kulesi, sayısız saray, birkaç tane küçük çan kulesi ve Smolensk Lady’sinin küçük barok kilisesi bulunuyor.
Rostov, bu yapılarıyla UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne girmek için başvurmuş. Bence biraz yenileme ve iyileştirme yapılırsa bu listede yer alabilecek gibi görünüyor.
Rostov’un diğer bir bilinen özelliği ise mücevherleri! İlk kez 1960larda başlanılan emaye üstüne boyama sanatı, günümüzün vazgeçilmez mücevherlerini meydana getiriyor. İlk olarak kiliselerin süslenmesinde bu sanat kullanılıyor. 19. y.y.da ise eşya ve mücevher süslemesi olarak ortaya çıkıyor. Yerli halkın birçoğu da bu sanatı öğrenmiş ve turistlere bu yaptıkları mücevherlerden satıyorlar. Ben de dayanamayıp, kendime zarif Rostov yapımı bir kolye aldım.
Rostov’dan ayrılmadan önce muhakkak meşhur dondurmasından yiyin. Harika yoğun bir krema tadına sahip olan bu dondurma gerçekten çok lezzetli.
Dünyanın başka bir yerinden görüşmek dileğiyle …
Ebru