Babam reçel yemek istiyormuş, ama marketlerde satılan reçellerin içinde glikoz olduğu için yiyemiyormuş. Ben de ev reçeli yemesini söyledim. İyi de kim yapacak ev reçelini? Bu aklıma gelince evde reçel yapmaya başladım.
Ben bazen vur diyince öldürüyorum. Çeşit çeşit reçeller yapmaya başladım. Pek mutfağa girmeyen, hatta yemek bile yapmayan ben birden reçel uzmanı kesildim.
Bazı şeyleri yaparken farkındalık artıyor, tümüyle nasıl baktığımıza bağlı. Reçel yaparken yavaşlığın aslında ne kadar hız verdiğine tanık oldum. Ben genelde kısacık günlere bir çok şeyi sığdırmaya çalışırdım ve hepsini bir dönem görev gibi yapmaya başladım. Bunu da yaptım, bunu da bitirdim, sıradaki…diye düşünürken bir başarı duygusu yaşıyordum. Sonra tüm bu telaşın, bitirme ve yapma hızının beni yorduğunu farkettim. İşte reçel yaparken de son noktayı koydum. Bir şeyi yaparken izlemek, gözlem yapmak, yaptığımın tadına varmak (reçelle ne kadar da ilgisi var, değil mi?) bana daha önceki telaşlı başarıdan daha büyük bir haz verdi. Aslında haz aldığım sonuca kilitlenmek değil, sürecin içindeki ayrıntıların tadına varmaktı. Örneğin portakalı rendelemek…Hızlı yaparsanız elinizi de rendeleyebilirsiniz, eliniz acıyınca da rende işini daha yavaş yapmaya başlarsınız, acısı da cabası. Portakalı hızlıca kaynatmak acısını almayacak, verdiğiniz tüm emek sonunda çöpe gidecek. İşte yavaşlık böyle bir hız kazandırıyor.
Evet, sadece reçel yapmadım, hayatımda yeni bir dönemin kapısını da açtım.
Banu Conker