Ego, Ego, Ego….Bi’Tutam Tuz…

Günaydın sevgili nefes dostu,

Sosyal medyayı nasıl bilirsiniz?

Hani cenaze törenlerinde sorulur ya, merhumu nasıl bilirdiniz? Herkes iyi şeyler söylemeye çalışır, biz de sosyal medyanın hep iyi yanlarını görmeye çalışarak kandırıyor muyuz acaba kendimizi?

Örneğin ben işim için gerekli diyerek çok fazla zaman geçirdiğimi fark edene kadar herhalde günümün yarısını (biraz abarttım tabii) telefon başında geçiriyordum. Sistem bilgisayarları evimize soktu, ama laptop da olsa bilgisayarı her yere taşımadığımızı fark edince elimize telefonları sıkıştırıverdi ve bazı insanlar artık üç elle yaşıyor ya da uzantılı bir eli var.

Peki, sosyal medyanın başka bir yönü daha hiç dikkatinizi çekti mi?

Egomuzu nasıl tavan yaptırdığı örneğin.

Biri bir şey paylaşıyor, altında yığınlarca ‘ah canım benim; ne güzelsin; ay bayıldım; ay çok şeker; sen bir tanesin….’ gibi yığınlarca övgü dolu cümleler sıralanıyor. Bu arada paylaşımı yapanın koltukları kabardıkça kabarıyor, ta ki gökyüzüne varana dek.

Ben bir kaç defa düşüncemi yazayım dedim, kabul görmemek bir tarafa neredeyse sosyal medya dayağı yiyordum. Neden? Çünkü yazdıklarım racona ters (:-) kaçtı. Örneğin çocuğunu bornozuyla çekmiş birine özelden ‘bu fotoğraflar değişik yerlere ulaşabilir, pornocular, tacizciler çok, bence yapma’ dedim. Benim çocuğum, istediğimi paylaşırım cevabını aldım, bir süre sonra çocuk tacizcileri olayları patladı. Bu arada bir bilgi vereyim. Halise Baydar’dan öğrendiğim bir bilgidir. Bir fotoğrafa bir tacizcinin taciz duygusuyla bakması bile tacizi yaratır, çünkü bu bir enerjidir. Örneğin nazar değdi diyoruz. Biri bize bakıyor ve biz düşüyoruz diyelim. O kişi gelip bizi itmiyor, çelme takmıyor, sadece bakıyor ve biz düşüyoruz, aynı bundaki olay. Bu kişi bana neden böyle davrandı? Tam olarak gerçeğini bilemem tabii, ama diğer tarafta çocuğunun ne kadar şeker olduğu ile ilgili o kadar övgü aldı ki, bence benim yorumum onu rahatsız etti. Bu tabii benim yorumumdur, sadece bir örnek olarak paylaşıyorum.

Çoğu zaman da ne yapıyoruz? Bir kişiyi gereğinden fazla övüyoruz. Sonra o kişi bize uymayan bir şey yaptığında onu alaşağı ediyoruz. Neden? Sadece kendisi gibi olduğu için mi ya da aslında zaten öyleydi ve biz onu öyle görmek istemedik ve kendisinden kendimize göre bir rol yarattık ve o role uymadığında da istemediğimize karar verdik. Bu bencillik, değil mi? O kişinin kendi olma hakkını elinden almak gibi bir kul hakkı tecavüzü değil mi?

Bunların hepsi yazarken aklıma gelen sorular aslında. Size yazarken ben de farkındalık kazanıyorum. Sizlere teşekkür borçluyum.

Gelelim spritüel egoya. Şu anda dünyada artık kişisel gelişimi duymayan kalmadı gibi. Tabii ki Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde yukarı çıktıkça ilgi alanımıza giren bir şey bu. Sadece güvenlik, barınma ve yiyecek peşinde koşan bir kişiye kişisel gelişim desek, herhalde öldürülürüz.

Bazıları biraz erken başladı kendini geliştirmeye. Ben 2000 yılına girerken yılbaşı yemeğinde bir kadın geldi yanımıza ve bizi elele tutuşturdu ve ‘şimdi dünyaya iyilik dileyelim ve sevgimizi birleştirelim’ dedi. Ben de kadına gülümserken, içimden ‘kadın kafayı yemiş, haberi yok’ falan diyordum. Şimdi bazıları benim için aynı şeyi diyor muhtemelen:-)

Şimdi daha önce kendini geliştirmeye açmış, eğitimler almış kişiler eğitimler vermeye başladılar, ama tehlike büyük. Bu tehlike yaptıklarını çok yüksek bir yere koyanlar için, kendilerinin bir şeyler yaptıklarını sananlar için, insanların hayatına dokundukları için kendilerini Tanrı mertebesine çıkartmaya çalışanlar için. İşte kibirin önemi ve tehlikesi burada kendini gösteriyor. Kişi her daim kendini bilmeli.

Ben bir süre kendi egomun esiri olarak böyle kişisel gelişimcileri yargıladım. Sonra bir gün Şeytanın Avukatı filmini izledim ve aslında her şeyin ne kadar girift olduğunu fark ettim. Bizi daha fazla başarıya, daha fazla üne iten şey aslında başkalarının bizi o yola doğru itme çabası. Eğer oradaki tehlikeyi görmezsek, kendimiz olmaktan çıkıyor ve artık şeytanın oyuncağı oluyoruz. O şeytan kibir, hırs, ego aslında. Bundan sonra başarısız olamayız, bundan sonra bir adım geri gidemeyiz, ben şöyleyim, ben bunu yaptım, şunu da yaparım dediğimizde her şey tepetaklak olmaya başlıyor ve biz aslında düşüşe geçiyoruz. Bu hepimiz için geçerli.

Ben o yüzden danışanlarıma her zaman ‘gücünüzü kimseye vermeyin, ben dahil’ diyorum. Hiç kimse sizden daha başarılı, daha iyi, daha potansiyelli değil, sadece biraz erken başlamış olabilir, biraz daha fazla kendi üzerinde çalışmış olabilir, biraz daha kendini geliştirmeye açık bırakmış olabilir, biraz daha kendiyle ilgileniyor olabilir, ama bunların hiçbirisi sizin onlar gibi olamayacağınızı göstermez. O yüzden ne kendinizi yerin ne de başkalarını gereğinden fazla övün. Kimseye fazladan sen, sen demeyin ki, o da fazlasıyla ben, ben demesin. Bunu hayatınızda her konuda her kişiye uygulayın.

Sevgilerimle

Elif Banu Conker

 

Hakkımda Nilgun

Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

Hayatın Gidişatını Biz Belirleyelim…..Bi’Tutam Tuz.

  Bir zamanlar ‘Secret’ tuzağına düşmüştüm. Zengin olmak istiyordum. Kitap da kendini zengin gibi hissetmek …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.