İçimizde bir çocuk olduğunu unutmuşuz bir şekilde…
Belki büyürken başına gelenler çocuğu unutturdu, belki de çocuğun varlığı yok sayıldı. Duyulmadı, görülmedi. Çocuğun hislerine önem verilmedi. Belki de kimse onun bizimle ölene kadar yaşadığını anlatmadı. Size bir müjdem var “ÇOCUK” unutulmasına, yok sayılmasına rağmen yaşıyoooooorrrrr.
Ve umutla bekliyor onu hatırlamanızı, onunla ilgilenmenizi, onun hayallerini paylaşmanızı en önemlisi onu sevmenizi !
Pek çok ruhsal çalışma yaptım çoğunda da içimizdeki çocukla temas etmenin, onunla yeniden buluşmanın dayanılmaz coşkusunu, sevincini, neşesini deneyimledim. Deneyimledikçe anladım o çocuk güvendikçe ben hayata daha çok güvendim. O çocuğu dinledikçe hayallerimi hızla gerçekleştirdim. O çocuğu hatırladıkça bugünkü BENi nelerin etkilediğini fark ettim ve hepsini sevgiyle dönüştürdüm.
Annem söyler hep “Kızım bir ruj sür, makyaj yap” diye… Bense cevaplarım hep “eee yapıyorum ya…” diye… Annem; dişiliğin makyajla zerafetle yansıtılmasında ustadır. Bense çırak…
Neden olduğunu buldum içimdeki çocuğu hatırladıkça…
Çocuk meraklıdır ya küçükken… Özellikle kız çocuğu olmanın dişi olmanın bilinciyle makyaja meraklıdır. Alın küçük kız çocuğunu kucağınıza çantanızı karıştırdıkça çıkan ruju sürmek, parfümü sıkmak ister. Makyaj malzemeleri oyuncaklarıdır onun ama aslında dişi kimliğini keşfetme arayışındadır içgüdüsel olarak… Ben de üç dört yaşlarında, arayıştayım. Annemin kıymetli makyaj malzemelerini karıştırıyorum daha doğrusu küçük Hande süslüyor kendini… Annem gelip hafifçe elime “cısss!!!” yapıyor. İşte o gün hassas Hande hafifçe kaydediyor bilinçaltına makyaj yapılmaz annem kızar diye…
Sonra hatırladım biraz daha ergen olmaya başladıkça içimdeki dişi gizli gizli merak ediyordu süs püsü ve kuzenim Lale İzmir’den geldikçe aramızda beş yaş var. En büyük eğlencemiz birbirimizi makyajla süslemekti. Kadın kimliğimizi keşfediyorduk belki de… Ben de hep bi endişe “Lale Abla hadi yap bitir şu makyajı annem gelmeden silelim. Annem kızar!” derdim.
Ne kadar basit duruyor değil mi? İçimizdeki çocuğun deneyimleri; bugünün “BEN”in davranışları… İçimizdeki dişiyi bastırmak, varlığını yok saymak küçükken yaşanan küçücük olaylarla başlıyor. Ama bu olayların duygusu önemli. Çünkü hayatımıza yön veren duygular ve korkular… İçimizdeki çocukla buluşunca onun korkularını, duygularını hatırlıyoruz tek tek ve sadece yapılması gereken onu sarıp sarmalamak…
20 yaşlarının başında üniversite öğrencisi danışanım soruyor duygularımız hayatımızı nasıl bu kadar etkiliyor diye? Gel küçük Efe’ye soralım diyorum. Efe kendini, duygularını ifade etmekten hep çekiniyor, hep sesi kısık modda… Onu çocukken dinleyen olmadığı için kendi içsesiyle arkadaşlık etmeye alışmış. Sosyal ortamlara girdikçe kendini ifade etmekten kaçınıyor. İçindeki çocuk kimsenin onu dinlemeyeceğine inanmış. Çünkü çocukken varlığı hep yok sayılmış. Babası hep işte olduğu için onunla birlikte vakit geçirdiğini hatırlamıyor. Annesi ise o konuşurken hep sus bakiyim ile susturunca çocuk iyice içine kapanmış. Şimdi Efe içindeki çocuğun minik ellerinden tuttu, onu hep dinliyor. Dinledikçe kendini rahatça ve kolayca ifade edebiliyor. Yok sayılmanın üzüntüsünü dağıtıyor. Artık içindeki çocuğun sevincini taşıyor.
Anneler babalar izin verin çocuğunuzun özgürce hareket etmesine, kendini ifade etmesine… O hayatı sizden, sizin tepkilerinizden öğreniyor. Öğrendikleriyle yaşamını kurguluyor. Küçük kız çocuklarının aynı zamanda kadın olduğunu hep hatırlayın lütfen… Küçük erkek çocuklarının da dinlenilmeye ihtiyacı var. Bugün olduğu gibi…
Hepimizin her birimizin varlığını görmeye, duymaya, hissetmeye ihtiyacı var.
Hem çocukken hem yetişkinken…
Sadece sevgiyle ve güvenle…
Sevgilerimle, birlik bilinciyle.