Gezi Parkı..Bi’Tutam Tuz.

Balkonda oturdum. Yazıyorum. İçimde kocaman bir üzüntü yumağı, boğazıma yerleşmiş, ne yutabiliyorum ne de yutkunabiliyorum.
Normal bir hayatım olmasını istedim. Çok mu? Son birkaç yıldır bunun derdindeyim. Tek derdim parasızlık olsun, tek derdim aşksızlık olsun. Ne giyeceğim diye düşüneyim, saçımı nasıl yaptırsam diye düşüneyim…Ben istedikçe bir şeyler çıktı dünyanın gidişatında, ülkenin içinde. Tarih tekerrürden ibaret de, biz düşünebilen varlıklarsak neden değiştiremiyoruz bu tekerrürü?
Güzel bir dünya düşledim ben hep. Bütün canlıların hayatının olabileceği, bütün canlılara saygı duyulacak bir dünya, ama olmuyormuş. Bu yüzden mi biz büyüyünce kirleniyor dünya? Aslında kirlenen biz miyiz?
Yazın kumsalda güneşlenirken önünden geçen ve sadece tek suçu oradan geçmekte olan köpeğe taş atan kadın geliyor aklıma. Neden yapıyorsunuz bunu dediğimde, ya saldırırsa diye gelen cevabı duymadan yoluna devam eden köpeğe bakakalmıştım, halbuki köpeğin tek yaptığı ya kendine yiyecek bir şey aramak ya da gölge bir yere sığınmaya çalışmaktı. Kadının korkusu içinde sevgisizlik olarak büyümüş, elindeki taştan dünyaya yayılmıştı. Her ne kadar sakin konuşmaya çalıştıysam da konuşma kadının ‘baksana sen işine, ne karışıyorsun bana’ diye çemkirmesiyle son bulmuştu. Şimdi ise koskoca bir sevgisizliğe yol açan bambaşka bir sevgi çemkiriyor çevremde.
Mutsuzum uzun süredir, kafamın içinde sürekli ‘neden?’ sorusu yankılanıp duruyor, kendini bir duvardan diğerine vurup duruyor sanki. Bazen gülen insanlara bakıyorum, nasıl böyle oluyor diyorum, nasıl mutlu olabiliyorlar, onlar mı farkında değil, beni mi çok farkındayım? Çok özledim gülmeyi, karnımın ağrımasını gülmekten, gözümden yaş gelmesini. Çok özledim, sadece kendimi düşünmeyi.
Gitmedim ben, gidemedim. Oysa koşa koşa mitinglere gitmiştim, bu sefer gidemedim dayanışmaya. Nedenini bilmiyorum, korku desem korku değil aslında, öfke mi acaba? O da değil, umarsızlık, çaresizlik değil, ama gidemedim. Belki de tüm bu olanların sorumluluğunu taşıyamamaktan, çevremde olanların benim yansımam olduğunu kabul edemediğimden ve bu ikiyüzlülüğü taşıyamadığımdan, orada toplanan insanların yüzüne bakamayacağımdan. Hayatımın içindeki tuzları tutam tutam yazarken, aslında ‘hava bedava, su bedava’ diyen Orhan Veli’ye inat, onların bedelini içimde ödediğimden gidemiyorum. Bu sefer bir olamadım, birey kaldım evimde.
Yine de uzaktan içindeyim, biliyorum. Oradaki her ağacın dalındayım ben, İstanbul’a vurulan kepçelerin toprakta açtığı yarayı hissediyorum bazen ruhumda. Fazla romantik geldi belki de bu cümle, ama gerçekten hissediyorum desem… Uzun süredir ağaçlara da bakamıyorum zaten, utanıyorum çünkü.
Bir de köprü için kesilen ağaçlar geliyor aklıma. Oraya gitmiyorken Gezi Parkı’na gitmek de belki haksızlık olacak diye gidemiyorum. Orada da rahat olmayacağım, evimde de rahat değilim.
Tek yapabildiğim sadece tekrarlamak: Seni seviyorum, lütfen beni affet, özür dilerim, teşekkür ederim.

Hakkımda Nilgun

Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

2017 geldi…Bi’Tutam Tuz..

Günaydın sevgili nefes dostu, Büyük umutlarla beklediğimiz 2017 en sonunda geldi ve ilk saatlerde yine …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.