Ayyy bu ne yorgunluk yaa… Geberiyorum vallahi.
Size en son salı günü yazdım sanıyorum, Köye gittiğimizi anlatmıştım. Köyden geldik, Çarşamba gecesi yine fotoğraf kursumuz vardı, ona katıldık arkadaşımla, sonrada perşembe günü kızım geldi İstanbul’dan. Aslında 4,5 aydır Malta’daydı, dönünce görüp, özlem gidermek istedik, o da geldi.
Cuma günüde Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması başladı.DASK (Doğa Araştırmaları, Sporları ve Kurtarma Derneği) bu sene etkinliklerini 15-18 mayıs tarihlerinde Sinop’ta gerçekleştireceklerdi. O grubun kurucu üyelerinden biri, kızımın arkadaşıydı,Cuma günü O, kız kardeşi ve kardeşinin oğlu Sinop’a geldiler onları aldık havaalanından ve misafir ettik evimizde. Ve o akşamda yani Cuma akşamı oluyor, Atatürk Heykelinin orada açılış kokteyline katıldık. 100 yabancı 300 Türkiye’den,fotoğrafçı konuklarımız vardı,DOGAY için gelen. Hatta bugün pazartesi, seçmeler var ve akşamda ödül töreni yapılacak.
Ben bugüne dek sadece açılış kokteyline katıldım, kalabalıktı, fakat fazla kalamadım, çünkü cumartesi sabahı 5.00 de Kastamonu, Safranbolu gezisine katılacaktım. Son 3 gün fazlasıyla yorucu geçti, açılışta da çok az kalıp eve geldim, valiz hazırladım.
Zaten 3 gün önce büyük bir çanta hazırlayıp köye gitmiştik, bu defada ufak bir valiz hazırladım, Safranbolu için, 1 gece kalacak öbür gün akşam dönecektik. Ama havada öyle bir garip ki, Sinop’ta deri ceket giyiyorum, Kastamonu’da yarım kollu tişörtler çok geldi. Bu defada hem yazlık, hem de kışlık koymak durumunda kaldım.Ama kışlıklar hiç gerekmedi, boşuna götürmüşüm.
Sabah saat 4.40 da aldım valizimi yollara düştüm, Yarabbim o saate de yollarda in, cin top oynuyor. Benim valizin tekerleklerinin sesi mahallede çınlıyordu, eyvah dedim şimdi millet uyanıp camlara üşüşecek, sonra da beni görünce evden kaçıyor galiba diyecekler diye düşündüm ve valizimi elimde taşıdım bir süre.)))
Bu gezi şöyle gelişti. Yürüyüş grubuna giden arkadaşımın arkadaşları, mini otobüs tutup haydi, Kastamonu, Safranbolu’ya gidelim birlikte demişler, bize de arkadaşım teklif edince tamam dedik, birlikte gittik.
5.30 da hareket etti otobüsümüz saat ,sanıyorum 9.00 gibi Yörük köyündeydik. Tarihi evleri bulunan güzel bir köy. Önceden daha çok insan yaşıyormuş, şimdi, çok az kalmışlar.
Köy kahvaltısı hazırlanmıştı bizim için, ama açık söylemek gerekirse, mahsullerin pek köyde yetişmiş tadı yoktu.
Köylü kadınlar ocak başında gözleme yapıyorlardı, ortam çok güzeldi. Birde arkadaşlarda çok uyumlular dı. Zaten bir çoğu önceden tanıdığım kişilerdi. Bu arada grupta 4 fotoğrafçı arkadaş daha vardı. Onlarda bol bol grubun ve çevrenin fotoğraflarını çektiler. Yörük köyünde en dikkatimi çeken şey, evlerin kapıları oldu. Evin beyi gelince, kapıyı farklı bir tokmakla çalıyor, tak tak ses çıkıyormuş, kadın ise başka tokmakla tık tık diye kapıyı çalıyormuş.))Güzeldi anlayacağınız, köy halkı, kapılarının önünde yetiştirdiği ürünleri poşetleyip satıyordu.
Bu arada yine köyün çamaşırhanesini gördük, eskiden orada belirli günlerde kazanlar kaynar çamaşırlar kaynatılıp yıkanırmış, ardından da kadınlar kurnalara geçer yıkanırlarmış. Enteresandı.
Yine konuşması çok düzgün bir bey yağlıboya ve değişik el sanatları yapıp satıyordu, tablolarını duvara dizmişti. Ocak başında kıkır kıkır gülüp yufka açan ve onu ocağa süren teyzede çok tatlıydı.)))
Leyla Gencer ve Cemil İpekçi’nin aileleri de bu köyden miş. Leyla Gencer’in büstü konmuş meydana, Cemil İpekçi’nin de adı bir sokağa verilmiş. Köye otobüs almıyorlar, girişte park ediyor otobüsler.Ama galiba köyde yaşayanların kullandığı araçlar evlerinin önündeydi.Fazla olmamakla birlikte köyde park etmiş arabalar vardı.
Gezi evi vardı,ücret karşılığı gezdiriyorlardı evi. Fakat öyle yorgundum ki, istek duymadım görmek için.Kapı önünde satılan hediyeliklere baktık bizde. Bu defa birşey almamaya kararlı olsam da, kitap ayracı ve magnet alamadan duramadım.
Kahvaltı sonrası, biraz köyü gezip yine yollara düştük. Bu defa Safranbolu’ydu istikametimiz.
Konağımıza gitmeden önce Seyir tepeye çıkıp Eski Safranbolu evlerini izledik, görüntüledik, sonrada daha önce yer ayırttığımız Asmazlar Bağevine gittik.
Çok güzel , çok büyük ve düzenli bahçe içinde kocaman 3 katlı bir konaktı.3. kattaydı odamız, böylece her katı görme olanağı bulduk. Hani Sinop’ta Aslan Torun Konağı vardır ya, onun çok büyüğünü düşünün öyle bir yer. Yerleri hep halı kaplı, ayağınıza galoş geçirip girebiliyorsunuz.
Odalarda yatak örtüleri filan çok değişikti, gelin odası gibiydi vallahi. İçeride sigara içmek yasaktı. Odalarda banyo tuvalet vardı.Dışarıda sedirler, ocaklar, eski aynalar, eski dikiş makineleri ve beşik vardı. Fazla vaktimiz olmadığı için çok detaylı inceleyemedim aslında.
Odamıza yerleşip duş aldıktan sonra, 2 saat dinlendik ve bu defada şehir merkezine indik. Nasıl kalabalık, ne kadar çok turist var anlatamam. Çok Çinli vardı bu arada. Tam bir üniversite şehriymiş, her köşe başında gençler müzik çalıyordu.
Közde Türk Kahvemizi içtik, yanında Osmanlı şerbeti ve damlasakızlı su ikram ettiler, biraz dükkanları dolaşıp ufak tefek şeyler aldık. Her yerde lokum satanlar var ve büyükçe tepsilerde herkese tattırıyorlar ve yine orada yetişen Safran’dan yapılan, sabunlar, lokumlar, kolonyalar bir sürü şey satıştaydı. Meşhur çarşısında yollar daracık, hep hediyelik eşya satan dükkanlar dolu. Herşeyi tattırıyorlar, kolonyalarını sıkıyorlar. Bazı bölümleri İstanbul’da kapalı çarşıya ve birkaç bölümü de Bozcaada’ya benzettim. Kocaman bir hamamı vardı.
Sonrada daha önce araştırıp bulduğumuz Kadıoğlu tesislerinde Kebap yedik. Diğer arkadaşımda bükme pidesini denedi. İçinde ıspanak, bol maydonoz ve birazcık kıyma vardı. Hamuru kalındı. Bizde tattık, güzeldi tadı.
Saat 19.30 da otobüsümüz bizleri aldı ve konağımıza gittik. Başka arkadaşlar diğer konakta birlikte oturup müzik dinlemişler ama biz onlara eşlik edemedik. Çünkü çok çoook yorgunduk. Odalarımıza çıkmadan önce konağın bahçesinde biraz oturalım dedik ve o oturma bizi öyle mutlu etti ki, sessizlik, kuş sesleri, rüzgarsız koca bir bahçede çayımızı yudumladık. Ve inanın orada ki huzur bizi dinlendirdi. Odamıza 22.00 gibi gittik ve uyuduk. O eski konakta, kim bilir kimlerin nasıl hayat sürdüğü, ne aşkların, ne acıların veya ne çok mutlulukların yaşandığı o konakta…Her yerin , her eşyanın tarih kokuyor olması, ister istemez bizi düşündürdü.
Sabah 7.00 de ayaktaydık, yine duş faslı, giyinme derken, bahçeye indiğimizde saat 7.45 olmuştu. Birçok arkadaşımız yemyeşil bahçede, masalara oturmuş, sohbete dalmıştı. Ben de bu arada bahçenin fotoğrafını çekme şansı yakaladım.
Saat 8.00 de de kahvaltıya oturduk. Açık büfe kahvaltıydı. Lokantası da sedirlerle, eski eşyalarla döşenmişti. Duvarlarında bolca tablolar asılıydı. Biz çoğu arkadaşımız gibi, açık havada değil, orada yemeği tercih ettik.
İlk 24.00 saatimiz böyle geçti. Devamında, Safranbolu’da gezdiğimiz yerleri anlatacağım.
Şimdilik hoşçakalın. Sevgiler.