KEFALONYA…..Ebruli Sayfalar…

Merhaba Sevgili Nilgün’ün Günlüğü Okurları,

Yine sizlere bir diyarı anlatmak için sabırsızlanıyorum. Yunanistan’ın adaları, yamaçlarındaki masmavi denize bakan beyaz tek katlı evleriyle, insana “Tatile çık artık!” dedirten yerlerden biridir. İşte ben o adalardan birine, İyonya Denizi’nde, 35 bin nüfuslu, ülke ekonomik krize girdiğinde bile bankalarında en çok parası bulunan, Prens Charles, Roger Moore gibi ünlülerin saklanma yeri olan Kefalonya’ya gittim. Tabi ki tatil için değil, derneğimizin başkanı Işıl’la birlikte bir konferansa katılmak için gittim. Biraz da olsa turizm tarafından da yararlandım. Şimdi size normal insan bütçesiyle bu sosyetik adada neler yapabileceğinizi anlatacağım.

Atina aktarmalı olarak gittiğimiz adanın havalimanında taksi dışında yolcuları taşıyan başka bir alternatif olmadığını otele vardığımda öğrendim. Çünkü uçak  sabah çok erken indiği için belki otobüs gibi toplu taşım aracının olmaması normaldir diye düşünmüştüm. Meğer adada yanlış duymuyorsunuz, toplu taşım aracı yok! Ayrıca taksi fiyatları acayip derecede pahalı. Kaldığımız otel, havalimanına 7 – 8 dk uzaklıkta idi. Yani taksiye binmemizle inmemiz bir oldu ve 18 Avro tuttu. Otele girişimizi yaptırdıktan sonra konferans saatine kadar plaja gitmeye karar verdik ve en yakın plaja nasıl gidebileceğimizi sorduk. Bize verilen cevap, taksi ya da yürüyerek denildi. Ya da araba kiralayabileceğimiz de söylendi. Taksiye aynı parayı ya da daha fazlasını vermeyi hiç istemiyorduk. Işıl’la bundan sonra ne yapacağımızı düşünmeye başladık.

Araba kiralamanın günlüğü 65 Avro + Benzin, scooter kiralamanın günlüğü ise 50 Avro + Yakıt. Scooter kullanmayı bilmediğim için arabayı tercih etmek zorunda kaldık. Sadece iki gün kalacağımız için ise bir günümüzü yürüyerek, diğer günümüzü de konferans bittikten sonra arabayla gezerek geçirmeye karar verdik.

İlk gün otele en yakın plaj olan Avitos’a yürüyerek gittik. 6 km gidiş, 6 km dönüş toplam 12 km güneşin altında yürüdük. Mavi-yeşil renkteki deniz gerçekten çok cezbedici güzellikte idi. Su, aynı tanıtım resimlerinde olduğu gibi berraktı. Neyseki dönüş yolunda plajdan aldığım 1ltlik su, bizi otele giderken çok rahatlattı. Çünkü dönüş yolunda güneşin altında sürekli yokuş çıktık ve çok terledik.

İkinci gün konferans saat 14:00 civarı sona erdi. Kiraladığımız araba da otele sabahtan getirilmişti ve artık etrafı keşfetme zamanı gelmişti. Konferansta tanıştığımız diğer iki Türk katılımcının ve konferansa ev sahipliği yapan Vasiliki Leventakou’nun da bize katılması ile birlikte hem arabanın masrafı bölünmüş oldu, hem de tam bir kültür gezisi yapmış olduk.

Kefalonya’ya gidildiğinde görülmesi gereken en önemli yerlerden biri Aziz Gerasimus Manastırı’dır.

blank blank blank

Manastır, otele yakın olduğundan ilk olarak manastırı ziyaret ederek, turumuza başladık. Adalılar için çok kutsal bir kişi olan Aziz Gerasimus’un mucizevi bir şekilde bozulmamış naaşı, manastırdaki şapelde cam bir tabutun içinde durmakta. Doğru gün ve doğru saatte orada bulunmamız büyük bir şanstı. Günlerden pazardı ve ayin saati idi. Manastıra vardığımız anda bütün dindar Kefalonyalılar şapeldeydi. Naaşı çok özel zamanlarda ziyaretçilerin görmesi için açılıyordu ve biz oradayken Aziz Gerasimus’un naaşı ziyaretçilere açıldı. Tabi yakından video ve fotoğraf çekmek yasak olduğundan, uzaktan çekim yapabildim.

Gelelim Aziz Gerasimus’un hikayesine. 1506 – 1579 yılları arasında yaşamış, aristoktrat bir aileden gelmiş Aziz Gerasimus. Yunanistan’ın kuzey doğusunda bulunan Athos Dağı’nda bulunan manastıra keşiş olarak atanmış. Daha sonra Kudüs’te 12 yıl kalmış. Girit ve Zakynthos’da da yaşadıktan sonra Kefalonya’ya gelmiş. Burada adalalılar tarafından Aziz Gerasimus’un hastalıkları iyi ettiğine ve insanları koruduğuna inanılmış. Şapelin altındaki mağarada ibadet etmiş. Mağarada ayrıca diğer bölüme bağlayan dar bir geçit bulunuyor. Bu geçitten geçerken, insanların ellerinin üzerinde bir şeyler hissettiklerinde, Aziz Gerasimus’un onlara dokunduğu rivayeti de var.

Manastırın çok yakınında bulunan Robola adlı beyaz şarabıyla dünyaca ün yapmış, şarap fabrikasına uğramadan o bölgeyi terk etmeyin. Fabrikada kırmızı şaraplar da üretilmekte ve tattırılarak satılmakta. Tatlılara eşlik eden pembe şarabından da almayı sakın unutmayın. Bu arada Robola sadece 6 Avro!

blankblank blank

Sıradaki yer Drogorati Mağarası idi. Giriş 5 Avro! Adanın doğu kıyısında bulunan mağara 300 yıl önce meydana gelen bir depremle ortaya çıkmış. Halkın ziyaretine ilk kez 1963 yılında açılmış. İçeride çok sayıda soluk beyaz kireç taşı sarkıtları ve etkileyici saydam dikitler bulunuyor. Muhteşem akustiğinin avantajından yararlanılarak, 500’den fazla dinleyicinin bulunduğu, orkestral konserler de veriliyormuş.

blank blankblank

Sıdaki yer Melissani Mağarası ve Gölü idi. Fakat saat 18:00’i geçtiği için mağara ziyarete kapanmıştı. Bu yüzden sizler için internetten bulduğum Melissani görsellerine bakabilirsiniz. Ama buranın hikayesini de öğrendim. Mağaranın güzelliği 1951 yılında keşfedilene kadar gizli kalmış. Etrafı orman ve dağlarla çevrili, gölünün kristal mavisi ve girişindeki kayalar da bal rengi olan bu mağara resimde de görüleceği üzere tıpkı bir peri masalından çıkmış gibi. Yunan Mitolojisine göre Nymph adı verilen periler Melissani Mağarası’nda yaşarmış.

Bu kadar çok hareketten sonra karnımız acıkmıştı. Adada yemesine yemek vardı da, acaba uygun bir yer bulabilir miyiz düşüncesinde olunca, Vaso bizi çok uygun ve harika yemeklerinin olduğu, adanın doğu kıyısında yer alan Sami adlı yerleşim bölgesinde bir restoranta götürdü. Herkese balık, vejateryen olduğum için bana muhteşem kabak köfte, ikişer bardak beyaz şarap ve mezelerle donatılmış masanın bedeli 55 Avro tuttu! Yani kişi başı 11 Avro! Bu restoranta muhakkak gitmelisiniz. Sami’ye vardığınızda şehrin içinden geçin. Tepedeki otele giden yokuşlu yol üzerinde, muhteşem bir manzara eşliğinde, açık havada bu ziyafeti çekin lütfen!

Sıradaki görülecek yer Assos’tu. Yanlış duymadınız, Çanakkale’de bulunan bizim Assos’un aynısından bir de Kefalonya’da da var. Tıpkısının aynısı. Sadece yolu biraz daha geniş. Marinası, mimarisi ve ziyaretçilerinin profili bile aynı. Buraya gelenlerin büyük bir kısmı Assos’a yatla geliyorlar. Yatlarını limanın azıcık açığına demirliyorlar ama limana yanaşmıyorlar. Kıyıya teknelerle geliyorlar. Damak tatlarına hitap eden muhteşem deniz ürünleri olan menülerden yedikten sonra tekrar yatlarına geri dönüyorlar. Tekrar hatırlatayım, bu insanlar dünyaca ünlü jet sosyetenin insanları. Karnımız tok olduğundan bu restorantların fiyatları ile ilgili bir bilgi veremeyeceğim. Ama Assos’da mahalle aralarında küçük bir market bulunuyor. Eğer karnınız acıktıysa ya da susadıysanız marketten alış veriş yapabilirsiniz. Gayet ucuza Uzo ve zeytinyağlı kremlerden alabilirsiniz. Assos’a hava iyice karardıktan sonra geldiğimiz için size internetten bulduğum gündüz çekilmiş fotoğraflardan koydum.

Bir sonraki yer, Kefalonya’nın başkenti Argostoli idi. Fakat gece 12 olmuştu ve çok yorulmuştuk. Ertesi sabah saat 6’da Atina’ya uçağımız olduğundan dolayı, Argostoli gezmesini iptal ettik. Onun yerine yine sizler için küçük bir araştırma yaptım.

Argostoli, amfitiyatro şeklinde yapılaşmış. Eğlenceye ve dinlenmeye yönelik dükkan, kafeteryalar, barlar ve plajların olduğu bir şehir. 1953 yılındaki depremde şehrin büyük bir kısmı yerle bir olmuş. Fakat hala Venedik tarzı mimarinin örneklerini görmek mümkün. Argostoli’ye gelmişken 3000 yıl Kefalonya’da hüküm sürmüş, eski Sami Krallığı’na ait, Krani denilen eski yerleşim yerini gezmelisiniz.

Son olarak, Argostoli’de görülmesi gereken başka bir önemli yer de, Cyclopean Walls ya da Türkçe adıyla Kiklopsa ait Kalelerdir. Kimilerinin Çin Seddi’ne benzettiği bu kale duvarları, Demeter’in (hasat ve tarım tanrıçası) Tapınağı’nın yakınlarında bunuyor. Kiklops, tek gözlü dev anlamına geliyor ve bu duvarları Kiklops’un yaptığına inanılıyor. M.Ö. 7. yyda yapıldığı tahmin edilen 2 km uzunluğundaki bu duvarlar, o zamana ait muhteşem bir mühendislik örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Kefalonya, kesinlikle bu anlattıklarımdan ibaret değil. Adada daha görülmesi gereken mavi-yeşil renkte muhteşem plajlar, denize bakıp yemek yiyip, kahvenizi yudumlayabileceğiniz bir yığın balıkçı kasabaları, yürüyüş yapabileceğiniz ve arada mola verebileceğiniz sevimli köyler ve tadına doyamayacağınız sarı peyniri, feta peyniri, zeytin yağı, balı ve daha birçok yerel yemekleri ile her türlü duyu organına hitap eden alternatiflerle dolu bir cennet köşesi.

Şimdi sizleri Argostoli’ye giderken yolda gördüğüm, bir festivalde eğlenen adalıların danslarını çektiğim videoyla sizleri başbaşa bırakıyorum.

Kefalonya paylaşan: ncabaci

Dünyanın bir başka yerinden görüşmek dileğiyle!

Ebru

Hakkımda Nilgun

blank
Sinop'ta yaşayan, Sinop'lu bir bayanım. Gezmeyi, yüzmeyi, konuşmayı, sosyal aktiviteleri çok severim. İnsanlara yardımcı olmak beni çok mutlu eder.Ve tam bir Sinop Aşığıyım. Bu kadar yeterli mi?)))

İlginizi Çekebilir

blank

Calista Otelde 2. Gün

Merhaba tekrar, Calista Otel’de tatilimizin 2. Gününü anlatmaya devam edeyim. Rahat bir uykudan sonra sabah …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.