440 sayfalık güzel bir romandı. Ama neredeyse ortalarında bırakacaktım okumayı.Çok etkilendim konusundan.
Kapağının arkasında yazanlar şöyle: “Lütfen bana kendini unutturma!”
Zeki, hayatı bütün renkleriyle, en derin duygularıyla yaşayan, yaratıcı, sevgi dolu, âşık bir kadın, başarılı bir yazar: Maya; yirmi senedir ikinci baharını paylaştığı, ona hayran, âşık, duygusal, notalarla, repliklerle haşır neşir bir erkek, gözde bir sanatçı: Atlas; çocuklarıyla beraber sevginin pekiştirildiği mutlu bir aile ve aniden hayatlarına inen, dünyalarını çökerten bir illet… hastayı ölmeden defalarca öldüren, kimliğini yok eden, eşi yaşıyorken dul bırakan, tedavisiz, umutsuz hastalık: Alzheimer.
Maya kocasının yanağını okşadı,
“Lütfen bu dediklerimi unutma. Benden, benimle olan kendinden kaçmak isteyeceğin günler olursa, tereddüt etmeden uzaklaş… Ama çok uzun değil. Geri dön tekrar. Ben hatırlamasam bile dön.”
“Aşkım, sen her şeyimsin benim. Kalacağım, gideceğim, döneceğim… her yer senin olduğun yer. Sen, yuvamsın benim.”
Sevdiği kadının kendisini bir gün hiç hatırlamayacağını, bütün bu sevişmeleri, öpüşmeleri, kucaklaşmaları unutacağını düşünmek Atlas’ın içini acıtıyordu… Ona hasret kalacağı günlerin acısını çıkarmak ister gibi sarıldı karısının bedenine. İkisi de ne zaman gerçekleşeceğini bilemedikleri o meşum gelecekle ilgili birbirlerine şimdiden duydukları hasretle, inişli çıkışlı bir ruh haline girmişti. Bedenleri sevgiyle, ihtirasla, tutku ve şefkatle, mutluluk ve hüzünle sevişiyordu.
Aslında bir şey anlatmama gerek kalmadı, bütün özeti, kapağın arkasında yazanlar anlatıyor. Yalnız beni, Maya’nın hafızasının gelip gitmesi çok etkiledi. Kayınpederimde Alzheimerdı onu hatırlattı bana beklide. Çok zor bir hastalık Allah kimseyi düşürmesin. Birde romanda ki, Atlas gibi veya Maya gibi iyi insanlarla karşılaştırsın bu hastalığa yakalananları.