İçimdeki çocuk hala yaşıyor, bütün gücüyle ve neşesiyle içimde şakıyor, ama bir yandan da zaman geçiyor ve yaş alıyorum. Yaşlanmayı değil, yaş almayı seçtim ben. Bedenim eskise de, öğrenme, farketme, ilerleme, hayat enerjimi daimi kılma çabam her gün yerinde…
Son zamanlarda yine de yaş almak bile beni üzmeye başladı. İnsan kendindeki değişiklikleri görmez ya aynaya baktığında, ama uzun süre görmediği birisi olursa farkeder, onun yüzündeki kırışıklıkları, saçındaki kırları. Benimki de böyle bir duygu işte. Annemle babamın yaşlandığını görüyorum, ben küçükken yürüdükleri gibi yürümediklerini, sırtlarının biraz eğildiğini…Sokağın başında oturan Mahmuranım teyzeyi pencerede gülümserken ve el sallarken görmek o yüzden daha değerli şimdi. Mahallede yürürken ben küçükken çakı gibi yürüyen babamın arkadaşlarının bastonlara dayandığını, dedemin arkadaşının vefatını görüyorum, çocukluğumda aynı yerde büyüyen ağacının gövdesinin biraz daha kalınlaştığını farketmesem de, böyle farkediyorum zamanın geçtiğini ve yavaşça annemi, babamı kaybetme korkusu geliyor içime, halbuki ben o kadar aileye bağlı bir insan da değilim. Her gün aramam, her gün gitmem görmeye, ama varlıklarını bilmek bana ne kadar güven veriyor, onu farkediyorum son zamanlarda. Hani çocukların bildiklerini yapmak ve rutinlerinin olması onlara güven verir ya, dayanacakları bir yer vardır bu dünyada, bilirler ne zaman ne olacağını bu rutinlerde, işte o güven öyle bir güven. Baba bir çınardır derler ya, işte o çınarın yapraklarını döküyor olması üzüyor beni. Bazen de annesini,babasını erken yaşta kaybetmiş, doyamamışlar geliyor aklıma, ne kadar şanslı olduğumu farkediyorum.
Dilerim, herkesin sevdiklerinden helallik alacak zamanları olur, birbirlerine doyacak zamanları olur diyeceğim, ama doyulur mu ki, onu bilmiyorum.
İşte bunları düşündüğümde içimdeki çocuk bile hüzünleniyor.
Banu Conker