Ben geldiiiim….Nasılsınız sevgili okuyucularım, ben iyiyim çok şükür. Yalnızca yorgunum, ama bu tatlı yorgunluk.
2 gündür Sinop’ta yoktum. SİFAD’la Yedigöller gezisine gittim.
Ama ondan önce sizlerle geçtiğimiz Çarşamba gününden bahsetmek istiyorum.
Biliyorsunuz Salı öğleden sonra, Çarşamba günü tam gün resim kursuna gidiyorum Halk Eğitimi Merkezine. Birlikte olduğumuz arkadaşlarla büyük bir uyum içinde resim yapıyoruz, hocamızda çok iyi sempatik bir bey. Tuvalin başına geçip fırçayı elimize aldığımızda vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz inanın.
3 senedir resim yapmaya ağırlık verdim, inşallah bir kişisel sergimi açayım, ondan sonra da 1. Sırayı fotoğraf çekimim alacak. Şu anda ikisini bir arada götürmem çok zor oluyor. Bunun yanında başka meşguliyetlerimde olunca ister istemez birine öncelik vermem gerekti.
Ve gelelim kısa ama süper seyahatimize.
Sifad’ın (Sinop Fotoğraf Amatörleri Derneği), Yedigöllere’e kısa bir fotoğraf çekimi turu oldu. Ben de derneğe üye olduğum için bu tura katıldım. Daha öncede çok farklı yerlere fotoğraf çekimine gitmişlerdi ama maalesef ben katılamamıştım. Bu defa kısmetimde varmış, ben de gittim.
Cuma gecesi saat 24.00 de mini otobüsümüz, Hayal Cafe önünden kalktı. Şoförle birlikte 19 kişiydik. Anlayacağınız tamamen doluydu araba. Şen şakrak, şarkılarla gittik. Bütün gece uyuyamadık, ama sabaha karşı saat 5.00 de artık gözlerimi açamaz hale geldim sanırım 1,5 saat kadar uyumuşum. Sabah saat 6.30 gibi Yedigöllerdeydik.
Aman Allah’ım bir gözlerimi açtım, cennetteyim sandım. Nasıl bir güzellik, nasıl bir güzellik, anlatmakta zorlanıyorum inanın. Umarım çektiğim fotoğraflarla, sizleri de oraya götürmüş gibi olurum.))
Sarının bütün tonları,mavi, yeşil, kırmızı…. Bir renk cümbüşünde gözlerimi açtım. Birde baktım etraf anababa günü. Saatin 6.30 da herkes ayakta, kimi mangal yakıyor, kimi çayını içiyor, bir çok fotoğrafçı kurmuş tripodlarını fotoğraf çekiyor, kimi sabah yürüyüşü yapıyor, etraf çadır dolu. Hemen bizim grupta, bir boş masa bulup açtık azıklarımızı, koyduk çaylarımızı hep beraber büyük bir heyecan ve görüntünün verdiği mutluk içinde kahvaltımızı yaptık. Etrafın güzelliği, havanın serinliği hepimizin uykusunu açtı.)))
Bizler için ışık çok mühim olduğundan ve gezilecek çok yerimiz olduğu için, hemen ekipmanlarımızı alıp çıktık fotoğraf çekimine. İzleyeyim mi, fotoğraf mı çekeyim bir an tereddütte kaldım. Öyle muhteşem bir manzara vardı ki karşınızda…Cennetten bir köşe denir ya, öyle bir yerdi işte.
Ve başladık çekime. Aman Allah’ım o da ne! DSLR fotoğraf makinem pil bitti gösteriyor, ki bu mümkün değil. Çünkü hepsini doldurdum. Ama Sony Nex 5in yedek pili yok, kompaktın var. Nasıl üzüldüm, demek açık bıraktım diye düşündüm. Diğer kompakt makinemi aldım. Onunla çekmeye başladım. O turuncu, sarı, kırmızı yapraklı ağaçların tüm yansıması gölün üzerindeydi. Bir ufuk çizgisi düşünün, hem altı hem üstü aynı renkte ve görüntüde. İnanın gölgelerin netliğinden her yeri kara gibi düşünüyorsunuz. Durgun bir göl, üstünde rengarenk yapraklar….Yollarda,kenarlarda, kuruyup düşmüş yapraklar…Göl kenarlarında, köprülerde sohbet edip yürüyenler,sabah sporunu yapanlar…..Ve bolca da fotoğraf çeken insanlar. Alttaki fotoğraf Aslı Ozan’a aittir.
Bazen bu tür fotoğraflar görürdüm de, yok ya derdim böyle görüntü olamaz photoshop yapmışlardır diye düşünürdüm. Meğer gerçekmiş, varmış böyle bir güzellik. Biliyorsunuz yurt dışına çok seyahatlerim oldu, ama böyle görüntüye hiç rast gelmedim oralarda.
Arkadaşlarımın hepsi ayrı ayrı yerlerde, fotoğraf çekiyorlar, ara ara bazı arkadaşlar bizlere modellik yapıyor, bazen toplu fotoğraf çektiriyoruz derken 4 saat kadar kalmışız bu cennet gibi güzel yerde. Ahh o anda ne istedim biliyor musunuz, o çadırlardan birinde bende kalsam bu güzelliği doya doya yaşasam dedim.
O günde (Cumartesi) günüde şansımıza hava süperdi, rüzgar yok, ışık süper. Yalnız bir ara sis geldi. Ama ortalarda kaldı. O da değişik bir görüntüydü benim için.
Yalnız sabah saatlerinde hava buz gibiydi. Bazı arkadaşlar eldiven ve bere giydi. Sonra saat 11.00 gibi ısındı.
Hani fotoğraf makinemin pili bitti gösteriyordu ya, meğer soğuktan etkilenmiş, pili çıkarıp biraz okşadım sevdim, pil doldu.)))Ama bunu Yedi Göllerden ayrıldığımda keşfettim. Diğer fotoğraf makinem hem suya, hem soğuğa dayanıklı olduğu için problem çıkarmadı.
Yine arabamıza bindik ve bu defa istikamet Gölcük Milli Parkıydı. Yolda giderken, Kapankaya Seyir Tepe’de durduk. Ve tepeye çıktık. Off aman aman ne yüksekti. Ama güzel yerler göreceğim, göller ayağının altında olacak düşüncesiyle çıktım. Sonra da hayal kırıklığına uğradım. Göller bir çorba kaşığı büyüklüğünde görünüyordu.)))Alt taraf hep ormandı. Fena değildi. Bize Karlovy Vary (Prag) anımsattı biraz.
Sonra tekrar arabamıza binmeden önce fotoğraf çektirdik birlikte. En çok da istediğim bir kare vardı, her zaman görüp gıptayla baktığım. Bu defa o gerçek oldu. Hep birlikte yukarı zıplayıp anı fotoğrafı çektirdik. Ama daha elime ulaşmadı.Çok merak ediyorum nasıl çıktığını..
Bu arada arkadaşlarım çok süper fotoğraf kareleri yakalamışlar. Bir tek aklımda kuru yapraklar üzerinde yatarken bir fotoğraf çektiremedim o kaldı. Ne kareler yakalamışlar offf offf. Çetin arkadaşımda bol bol selfi yaptı, değişik ekipmanları var.Balık gözüyle çekti.. Ben 1. Sıraya fotoğraf çekimini aldığımda eminim biraz masrafa gireceğim. Dayanamıyorum yeniliklere.))Alttaki fotoğraflar Çetin Nallıoğlu’ndan alınmıştır.
Evet sırada Gölcük Milli Parkı vardı. Fakat artık güneş tepeye ulaşmıştı, demiştim ya ışık bizim için çok mühim diye. Zorlandım burada fotoğraf çekmekte. 3 arkadaş gölün etrafında turladık. Çok kalabalıktı. Gelin ve damat vardı fotoğraf çektiren. Bizde biraz çimenlerin üstüne oturup yorgunluk attık. Tabii bu bizim tercihimizdi, Cafelerde vardı çay içip yemek yiyebileceğiniz.
Buradan sonrada Abant’a geçtik. Burada rüzgar vardı ve hava soğumuştu artık. Paytonlar vardı gölün etrafında tur attıran. 4 arkadaş paytona binip tur attık gölün etrafında yarım saate yakın sürdü. Bu arada atlarda vardı çevrede binip dolaşabileceğiniz. Payton turumuz bitti, yöresel ürünlerin satıldığı bir yer vardı orayı dolaştık. Peynir ve kuru fasulye aldık. Birde kızılcık tarhanası aldım. Pembe renkte. Özelliği içine sadece piştikten sonra, yağ yakıp sarımsak ve karabiber koyuyormuşsun. Henüz denemedim. Ama kurufasulye bizde satılanın 4 misli büyüküğündeydi. Kilosu da 15 tl idi. (Bugün layığıyla pişirdim ama tadını pek beğenmedim. Bizim şeker fasulyeler daha lezzetli bunların yanında.)
Ve yorgunluğumuz doruk noktada arabalarımıza binip Bolu Öğretmen Evine gittik. Saat 17.30 olmuştu, başkanımız saat 19.00da lobide buluşuyoruz dedi.
Ayyy nasıl yorulmuşuz anlatamam, kendimizi yatağa attık. Ama, vakit yok uyusak kalkamayız korkusuyla valizleri açıp yerleştik, biraz uzandık ve akşam yemeği için hazırlandık…..
Gecemiz süper geçti… Ama 2. Bölümde anlatacağım. Dün gece 3.00 de yattım, çok yorgunum.
Şimdilik size iyi geceler diliyorum… Kendinize iyi bakın..